İktidarı destekleyen Yeni Şafak Gazetesi’nde okudum; TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Meclis’teki 15 Temmuz töreninde “FETÖ”nün ihanetine dikkat çekerken, 182 yıl öncesine ait bir anekdota göndermede bulunup, şunları anlatmış:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun reform sürecinde en temel meselelerinden biri, devletin bir vilayeti olan, ama Kavalalı Mehmet Ali Paşa yönetiminde fiilen bağımsızlığını ilan eden Mısır’dı. İhtilaf sıcak çatışmaya kadar varmış, 24 Haziran 1839’da gerçekleşen Nizip Savaşı’nda Osmanlı kara ordusu mağlup olmuştu. Bu savaş gerçekleştiğinde ölüm döşeğinde olan Sultan İkinci Mahmud, mağlubiyet haberini alamadan vefat etmiş, yerine henüz 17 yaşında olan oğlu Sultan Abdülmecid tahta çıkmıştı. Genç Padişah, biraz da zorlamayla Koca Hüsrev Paşa’yı sadrazam olarak tayin etti. Bu gelişme üzerine Koca Hüsrev Paşa’nın en büyük siyasi rakibi ve muhalifi olan Kaptan-ı Derya Ahmet Fevzi Paşa, 14 Temmuz 1839’da emri altındaki bütün Osmanlı Donanması’nı devletin savaş halinde olduğu Mehmet Ali Paşa’ya İskenderiye Limanı’nda teslim etti. Böylece Osmanlı İmparatorluğu üç hafta içinde kara ordusunu, tecrübeli sultanını ve bütün deniz gücünü kaybetmiş oluyordu. 1827’de yaşanan Navarin Baskını’ndan sonra sıfırdan kurulan Osmanlı Donanması, tek kurşun atılmadan düşmana teslim edilmişti. Bunun sorumlusu ise kendi beyanında ifade ettiği üzere beşikten itibaren kursağında daima devletin lokması olmuş, devletin imkanlarıyla yetişmiş ve devletine en zor zamanda siyasi ihtirası sebebiyle ihanet etmiş olan Ahmet Fevzi Paşa’ydı. Bu örnek de gösteriyor ki, Türkiye’nin dış düşmanları kimi zaman içeriden bazı hainleri kullanabilmişler; rezil ihtiraslarına kurban olmuş bazı zayıf seciyeliler de buna alet olmuşlar, siyasi hedeflerine ulaşmak için milletle ittifak yapmak yerine bazı yabancı devletlerin planlarına dahil olmayı isteyecek kadar alçalabilmişlerdir.”
İşte bu habere, “15 Temmuz’un Fevzi Paşası Kim?” başlığını koyan Yeni Şafak, yazının sonunda da, “TBMM Başkanı Şentop’un anlattığı bu anekdot, 15 Temmuz’un Ahmet Fevzi Paşa’sı kim sorusunu akıllara getirdi.” demişti.
İki Mahkeme Kararı
“15 Temmuz’un Ahmet Fevzi Paşa’sı kim olabilir” konusunda bir fikir yürütmek için yakın zamanda sonuçlanan iki davaya bakalım.
İlki 28 Şubat davası. Bilindiği gibi, yaklaşık 9 yıl süren bu dava Yargıtay’ın 30 Haziran’da 14 isme verilen müebbet hapis cezasını onamasıyla sonuçlandı.
Davanın konusu; dönemin Genelkurmay yönetiminin 28 Şubat’ta MGK’da alınan kararlarla Refahyol Hükümetine “darbe” yaptığı iddiasıydı.
Sanıklar, sözkonusu kararların amacının “Hükümete darbe” değil, “irtica, özellikle de Fetullah Gülen grubuyla mücadele” olduğunu savundu.
AKP İktidarı ve medyası ise 28 Şubat’ta “Fetullah Gülen değil, mütedeyyin Müslümanların hedef alındığını, bunlar tasfiye edilerek TSK’da Gülencilerin önünün açıldığını” öne sürdü.
Bu görüş, daha sonra “FETÖ”den tutuklanan eski savcı Mustafa Bilgili’nin hazırladığı iddianamenin yanısıra mahkumiyet kararlarına da yansıdı.
28 Şubat’ta FETÖ’cüler Atıldı Mı Atılmadı Mı?
İkinci davaya geçelim. Yargıtay’ın 28 Şubat kararlarını onamasından 12 gün sonra 15 Temmuz Akıncı Davası’nın gerekçeli kararı açıklandı.
9 bin 204 sayfalık gerekçeli kararda, “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kuruluş, genişleme, kadrolaşma ve devleti ele geçirme aşamalarına” da detaylı bir şekilde yer verildi.
Bu bölümde 28 Şubat’la ilgili ne gibi tespitler var, bunlara bakalım.
Öncelikle Fetullah Gülen’in, darbelerden etkilenmemek ve sempati kazanmak adına her askeri müdahale öncesi ve sonrası Ordu lehine açıklamalar yaptığı, 28 Şubat sürecinde de Ordu’nun yanında yer alıp, “Başörtüsü füruattır” fetvasını genişletip, başlarını açmayanların örgütten atılacakları talimatını verdiği belirtilip şunlar anlatıldı:
“Bunlara rağmen dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in cemaatin irticacı olduğunu, okullara el koymayı düşündüğü yönünde örgütün aldığı duyumlar üzerine Sanık Fetullah Gülen’in Çevik Bir’e bir mektup yazarak, okulları devretmeye hazır olduklarını bildirdiği, Örgütün bu dönem oluşturduğu bir heyet ile toplumda önemli sayılan kişilerden destek almak amacıyla görüşmeler yaptıkları, örgüt liderinin gazetelere ve televizyonlara röportajlar verdiği, 28 Şubat 1997 tarihindeki post modern darbe sonrası dönemini sanık Fetullah Gülen’in sağlık sorunları gerekçesi ile 01.06.1997- 30.09.1997 ABD’de geçirdiği, bu süreç boyunca örgüte yönelik doğrudan bir müdahale olmadığı, örgüte ait kurum ve kuruluşlar kapatılmadığı, örgüte yönelik bir soruşturma söz konusu olmadığı halde Sanık Fetullah Gülen’in çoğu örgüt yöneticisinin bile haberi olmadan 21.03.1999 tarihinde mahiyetindeki örgüt üyeleri ile birlikte ABD’ye gittiği, kamuoyuna sağlık sorunları nedeniyle tedavi amacıyla gittiğinin, tedavi sonrası geri döneceğinin bildirilmesine karşın sanığın bir daha ülkemize geri dönmediği, örgütü o tarihten itibaren ABD’den yönetmeye devam ettiği anlaşılmıştır. Sanığın ABD’ye gidişi, örgüt içinde askeri tehditten kaynaklandığı veya ABD’yi fethedeceği gibi anlatılmış ise de sanığın örgütün devlete sızdırdığı elamanlarından hakkında bir soruşturma yapılabileceğini öğrendiğinden ABD’ye gittiği anlaşılmıştır.”
Buradaki çelişkileri takdirlerinize bırakıp, bir başka bölümde aktarılan şu bilgileri okuyalım:
“Genelkurmay Başkanlığı 1983-2014 yılları arasındaki dönemde TSK ile ilişiği kesilen Fetullah Gülen Grubuna mensup personel sayısını bildirmiştir. Bu süre içerisinde toplam 400 TSK personeli bu yapı mensubiyeti sebebiyle YAŞ kararı ile TSK’dan ihraç edilmiştir. FETÖ/PDY içinde faaliyet gösterdiği tespit edilen; 1987 yılında 7 subay 17 astsubay, 1988 ‘de 7 astsubay, 1989’da 40 astsubay, 1990’da 2 subay 43 astsubay, 1991’de 1 subay, 21 astsubay, 1992’de 2 astsubay, 1994’de 2 subay, 1995’de 2 subay 1 astsubay, 1996’da 11 subay 10 astsubay, 1997’de 59 subay 73 astsubay, 1998’de 42 subay 31 astsubay, 1999’da 7 subay, 8 astsubay, 2000’de 5 subay, 6 astsubay, 2001’de 1 subay ve 2003’de 2 astsubayın TSK ile ilişiği kesilmiştir. TSK’da 2003 yılından sonra FETÖ/PDY mensubu olduğundan dolayı hiç kimsenin ilişiği kesilmemiştir.”
Görüldüğü üzere, TSK’dan “FETÖ”cülerin ihracı ne zaman başlamış? 1997’de… Ne zaman durdurulmuş? 2003’ten sonra yani AKP İktidarıyla birlikte!..
Siyasilerin Ve TSK’nın Sorumluluğu
Peki, “FETÖ’nün devleti ele geçirip, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü gerçekleştirecek güce ulaşmasında” siyasilerin ve TSK’nın sorumluluğu ne?
Erdoğan bile “Kandırıldık.”, “Ne istedilerse verdik” derken ve “FETÖ’nün keşfi” için kâh 2012’de MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılmasını, kâh Gezi olaylarını, kâh 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını, son olarak da 2010’u milât alırken, bakın Akıncı gerekçeli kararında neler söylendi:
- Örgüt yalnızca kamu kurum ve kuruluşlarında değil, paralel şekilde özel sektörde de örgütlenmiştir. Sanayi ve ticaret, meslek odaları, sendikalar gibi meslek kuruluşlarında, RTÜK, BDDK, SPK, TFF gibi özerk idarelerde, bütün siyasi partilerde, hatta terör örgütlerinde, yurt dışındaki teşkilatlarda, örgüt mensupları sızarak yerleşmiş ve sorumlu imamlar tayin edilmiştir.
- Örgüt, siyasi kişilere birçok kanaldan girişimlerde bulunup her kurumda kendi mensuplarını kritik yerlere atanmalarını sağlamıştır.
- Örgüt, 2006-2012 yılları arasında emniyet ve yargı yapılanması ile medya yapılanmasının organizasyonu sonucu açılan soruşturmalar ve davalarla devletin kritik kurumlarında üst düzey kadrolara yerleşmiştir.
Ya bu süreçte TSK’da neler olmuş ve TSK yönetimi nasıl bir tavır sergilemiş? Yine gerekçeli karardan okuyalım:
- Genelkurmay Başkanlığı askerin içindeki FETÖ/PDY kadrolarıyla ilgili olarak Genelkurmay Askeri Savcılığı vasıtasıyla 2006 yılında genel bir soruşturma başlatmıştır. Ancak yıllarca süren bu soruşturmada ciddi bir mesafe ve sonuç alınamamıştır. Bu soruşturmada TSK içerisindeki yapılanmayı ortaya koymak yerine basın ve yayın organlarında çıkan haberler toplanarak, bu haberleri yapanlar TSK’nın gücü kullanılarak susturulmaya çalışılmıştır. Soruşturmada hiç kimsenin şüpheli olarak ifadesi alınmamış, kimseye bu örgütlenme nedeni ile disiplin soruşturması açılmamıştır. Bundan sonra inisiyatif örgüte geçmiş ve TSK içinde bu örgütten olmayan veya muhalif olan kesimleri tasfiye etmeye başlamış, çok sayıda askeri personel bu örgütün hışmına uğrayıp askerlikle ilişiği kesilmiş, emekli edilmiş veya yargılanıp mahkum edilmiştir.
- Örgüt TSK’yı denetim altına almak için 2006 yılından itibaren örgütün emniyet yargı ve medya mensuplarının organizesinde asimetrik, psikolojik harekâtlarına başlamış, kurulan kumpaslar ve örgüt baskısı, askeri vesayeti kırıyoruz, darbeleri önlüyoruz algısı ile perdelenmiş, TSK bir örgüt yapılanması haline dönüştürülmeye çalışılmıştır. Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy davaları ve diğer askeri davalar, sivil siyaset üzerindeki askeri vesayetin kaldırılması için değil, örgütün TSK üzerinde egemen olması, TSK içerisindeki örgüte karşıt görüşteki askeri bürokrasinin tasfiyesi için gerçekleştirilmiştir.
- FETÖ/PDY en çok bu kuruma sızıp TSK’yı darbeci, hükümet düşmanı, ateist bir yapı olarak algılatmış, itibarsızlaştırıp kağıttan kaplan olduğunu iddia etmiştir. Buna karşın TSK içindeki FETÖ/PDY mensuplarına yönelik hiçbir ciddi çalışma yapılamamıştır. Balyoz, Ergenekon gibi davalarla TSK’nın yıprandığı, somut delil olmadan, bir de örgüt unsurlarına yönelik yapılacak çalışmanın TSK’yı huzursuz edeceği, motivasyonu düşüreceği ileri sürülerek FETÖ/PDY’nın askeri yapılanmasının araştırılması önlenmiştir. Gerçekte somut deliller olmasına rağmen TSK bünyesindeki örgüt mensuplarına karşı etkili bir tedbir alınmamıştır.
15 Temmuz’un ana davalarından olan Akıncı’nın gerekçeli kararındaki, özellikle TSK yönetiminin tavrı ile ilgili şu ifadelerden sonra soralım:
“Bu tespitlere göre, sizce 15 Temmuz’un Fevzi Paşası kim veya kimler olabilir?”
Müyesser YILDIZ
19 Temmuz 2021