İçeriğe geç

ABD’den Ankara’ya Kıbrıs Mesajı: “Türkiye Bu Haksız İşgâle Son Vermek Zorunda”

Bugün hem Kıbrıs Barış Barış Harekâtı’nın 48’inci hem Boğazlarımızın teminatı Montrö Antlaşması’nın 86’ıncı yıldönümü. Dört gün sonra da Lozan’ın 99’uncu yılını kutlayacağız.

Öncelikle bir ismin, Kıbrıs Barış Harekâtı münasebetiyle üç gün önce New York’ta yaptığı şu konuşmayı okuyalım:

Bu sabah – bu Kutsal Haç Kilisesi’nde – başkalarının fedakârlığını, kaybedilen hayatları ve devam eden mücadeleyi kendimize hatırlatmak için bir araya geldik. Elbette, önümüzdeki hafta 48 yıl önce Türkiye’nin Kıbrıs’ı yasadışı işgâlini anma törenimizden ve yad etmemizden bahsediyorum. Bu ciddi anmayı Rabbimiz İsa Mesih’in Kutsal ve Kıymetli Haç’ına adanmış bir Kilisede gerçekleştirmek son derece etkili bir semboldür. Çünkü bu asil Ada Milletinin çarmıha gerilmesi ve bölünmesi, anlam -ve aslında kurtuluş- için, içine derinlemesine bakmamız gereken bir şeydi. Rabbimizin Haçı, özellikle can verenlerin aileleri ve yaşam biçimleri mahvolmuş olanlar için taşıması zor bir şeydir. Ama herkes uğruna ilk olarak Tanrı’nın taşıdığı bir Haçtır. O; kurtuluşa, şifaya, bağışlanmaya ve sevgiye götüren bir Haçtır. Bu nedenle Kıbrıs için adalete ve bu bölünmüş topraklara doğruluğun ve birliğin geri geleceğine olan inancımızı asla kaybetmemeliyiz. 48 yıl önce Kıbrıs’ın işgalinde can veren, kayıp erkek ve kız kardeşlerimizin ruhları için dua ediyoruz. Onları asla unutmayacağız ve dünyanın unutmasına asla izin vermeyeceğiz. Ruhları için dualarımız aynı zamanda adalet için cennete feryatlardır. Kıbrıs’ın harap olmuş kiliselerini ve ikonalarını; uygarlığın ana kayası olan, 9 bin yılı aşan bir geçmişe sahip bu adanın haksız bir şekilde bölünmesi sonucunda yok olan kutsal objeleri ve kutsal taşları hatırlıyoruz. Ve aynı hafta içinde çok kıymetli Ayasofya’mızın nasıl ele geçirildiğini ve yabancı bir gayeye dönüştürüldüğünü hatırlıyoruz. Sanki başkalarına cebren hükmetmeye çalışan aynı güçler, ruhlarımızın silinmesini istiyor gibidir. Ama pes etmeyeceğiz ve kabullenmeyeceğiz. Hatırlayacağız!.. Umudumuz Kıbrıs için adalettedir. Kiliselerimizin ve türbelerimizin restorasyonu için. Halkımızın evlerine dönüşü için… Kıbrıs için tüm çabalarımıza özümüzü ortaya koymayı sürdürmeliyiz. Türkiye bu haksız işgâle son vermek zorunda ve ileride tazminat sahibi olmak zorundayız. Böylece, yavaş yavaş ama emin adımlarla, özlediğimiz bulguyu, tüm erkek ve kız kardeşlerimiz için adil ve barışçıl bir çözümü göreceğiz. Bugünkü [ayinde okunan] Pasaj’da, Rab bize dünyanın ışığı olduğumuzu söyledi. Bu nedenle, Kıbrıs davasının asla gölgelere çekilmesine izin vermeyeceğimize söz verelim. Her karanlık ve kasvetli hüzün gözden kayboluncaya ve doğruluğun güneşi herkese tecelli edene dek bu değerli Ada milletinin üzerine daima hakikat ve adalet ışığını saçalım. Amin!”

Bu duayı, bize göre bedduayı eden kim mi? Lozan’a aykırı şekilde İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi tarafından 2019’da New York’taki Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu olarak atanan, halen Türk vatandaşı olan ve de “Geleceğin Fener Rum Patriği” denilen Elpidophoros Lambriniadis.

Lambriniadis’i en son nereden hatırlıyoruz? Erdoğan’ı çok kızdıran Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Mayıs’taki Washington ziyaretinde, Miçotakis onuruna Beyaz Saray’da verilen resepsiyona katılıp, burada yaptığı konuşmada, iki lidere Ekümenik Patrikhane’ye verdikleri destek için teşekkür edip, Yaşasın Amerika, yaşasın Yunanistan sloganı atmasından!..

O günlerde bu tabloyla hiçbir yetkili ilgilenmedi. Sadece İYİ Parti, iktidardan hali hazırda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bu Başpiskopos ile ilgili gecikmeden gerekli işlemi yapmasını beklediklerini açıkladı.

1 Ay Sonra İstanbul’a Geldi

Peki iktidar, Lambriniadis hakkında bir işlem yaptı mı? Ne mümkün! Aksine, Beyaz Saray’daki o konuşmasından yaklaşık 20 gün sonra İstanbul’a, Fener Rum Patrikhanesi’ne geldi. Düzenlenen törende Patrik Bartholomeos, daha önceki Kapadokya ziyaretlerinde, yetkililerin bu grupla seyahat etmelerine izin verilmediğini belirtip, Görüyorsunuz ki hayatta kaldık ve buradayız, sizi her zaman bekliyoruz.” derken Lambriniadis, 1922 yılında Anadolu, Pontus, Kapadokya ve bütün bu bölgelerin Hıristiyanlıktan arındırıldığını, bu ülkede böylesine hayati bir tehlikeyle karşı karşıya kalan Patrihane’nin büyük zorluklara rağmen Ortodoks dünyasına büyük şahitlik sunduğunu anlattı.

Sonra Yunanistan’a gitti. Burada ABD’nin Atina Büyükelçisi George Tsunis’i ziyaret edip Ekümenik Patrikhane’nin refahı da dahil olmak üzere bir dizi konuyu” görüştü.

Bu vesileyle şunu da ekleyelim:

Hani Erdoğan, Haziran başında tüm kamu görevlilerinin yabancı ülke temsilcileriyle görüşmeden önce Dışişleri Bakanlığı’ndan izin alması talimatını vermiş ve bu talimat ilk olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na gönderilmişti ya; 5 gün önce Atina Belediye Başkanı Kostas Bakoyannis İstanbul’a geldi ve kimi ziyaret etti, biliyor musunuz? “Ekümenik” dediği Fener Rum Patriği Bartholomeos’u. Bakoyannis’in mesajı; “Bu zor zamanlarda hepimiz güçlerimizi birleştirmeli ve Ortodoksluğun söndürülemez fenerini korumalıyız.” oldu.

Dikkatlerden Kaçan Bildiri

Kıbrıs milli davamızdan bir başka sahne:

Bilindiği gibi, 5 Temmuz’da İtalya Başbakanı Mario Draghi Ankara’ya gelip Erdoğan’la görüştü. Bu vesileyle de Türkiye – İtalya Ortak Bildirisi yayımlandı. Bildirinin “Savunma” başlıklı 10’uncu maddesi şöyle:

10. NATO Madrid Zirvesinde alınan kararlar ve yeni Stratejik Konsept çerçevesinde Taraflar, terörle mücadele başta olmak üzere özellikle güneyden kaynaklanan tehditler ve sınamalar gibi konulara ilişkin olarak 360 derece yaklaşımı temelinde işbirliğini güçlendirme konusundaki kararlılıklarını vurgulamışlardır. Taraflar, uzun süredir devam eden işbirlikleri temelinde NATO-AB Stratejik ortaklığının güçlendirilmesinin önemini ve AB Üyesi Olmayan Müttefiklerin, ve bu bağlamda Türkiye’nin AB savunma çabalarına tam katılımının bu ortaklığın gelişmesi için gerekli olduğunu teyit etmişlerdir.”

Daha önce gerek NATO Stratejik Konsepti’nin, gerekse NATO-AB stratejik ortaklığının güçlendirilmesinin gerçekte Rum kesiminin NATO üyeliğinin hazırlıkları olduğuna dikkat çektik. İşte bu yol haritasının, Türkiye-İtalya ortak bildirisiyle bir kez daha kayıtlara sokulduğunu belirtmekle yetinip aynı bildirinin Doğu Akdeniz Bölgesi başlıklı şu 21’inci maddesine bakalım:

İki deniz kıyısı ülkesi olarak Taraflar, artan enerji riskleri karşısında, Akdeniz’de seyrüsefer serbestisinin ve kapsayıcı bir işbirliğinin teşviki konusunda mutabık kalmışlardır. Taraflar, hakkaniyet temelinde bir çözüme ulaşmak amacıyla deniz sınırı ihtilaflarının, uluslararası hukuk temelinde mutabakata varılarak çözülmesinin önemini vurgulamışlardır. Taraflar, gerekli koşullar sağlandığı takdirde, Doğu Akdeniz konulu Çok Taraflı Konferansın gerçekleştirilmesinin bölgede kapsayıcı bir işbirliği mekanizması kurulması için bir fırsat olduğunu belirtmişlerdir.”

“Hakkaniyet temelinde bir çözüme ulaşmak amacıyla deniz sınırı ihtilaflarının, uluslararası hukuk temelinde mutabakata varılarak çözülmesi” ifadesinin, Türkiye’nin imzalamadığı ve Rum-Yunan tezi olan BM Deniz Sözleşmesi’in uygulanması anlamına geldiğini biliyoruz. Keza Doğu Akdeniz konulu Çok Taraflı Konferans da 2020’de Oruç Reis’in Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri üzerine AB’nin gündeme getirdiği, Kıbrıs meselesine AB’sinden ABD’sine bilumum güçlerin dahlinin sağlanmasını amaçlayan bir projeydi.

İşte Kıbrıs davamızın nasıl sahiplenildiğinin bir başka örneği!..

Ege’den sonra Kıbrıs’ta da içeriden dışarıdan böyle kuşatılmışken; Barış Harekâtı’mızın 48’inci yıldönümünde yapılması gereken, KKTC’nin tanınmasını sağlamak değil midir?

Ama Ankara ne yapıyor?

Geçen ay Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun verdiği müjdeye (!) göre; KKTC’nin, Türk Devletleri Teşkilâtı’na gözlemci üyelik başvurusunun, yıl sonunda Özbekistan’da yapılacak toplantıda karara bağlanmasına hazırlanıyor!..

İstanbul Sözleşmesi’nin İptali

Gündemdeki iki konuya daha değinelim.

Malûm; Ankara, Avrupa Konseyi’nden atılma pahasına, AİHM’in Osman Kavala hakkında verdiği kararı uygulamıyor.

Bilmem hatırlar mısınız; 90’lı yıllarda Rum vatandaşı Loizidou, KKTC’deki mülkü için AİHM’e dava açtı ve kendisine 875 bin Dolar tazminat ödenmesine hükmedildi. Ankara ise toptan siyasi bir çözüm bulunana kadar bu tür davaları kabul etmediği, ayrıca diğer Rumlara emsal olacağı için Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması tehdidine rağmen sözkonusu tazminatı ödemeyi reddetti. Ne zaman ki AKP iktidara geldi; KKTC’nin merhum Cumhurbaşkanı, büyük devlet adamı Rauf Denktaş’ın tüm uyarılarına rağmen AB’de olumlu hava yaratacağı ve emsal olmayacağı iddiasıyla Aralık 2003’te bu ödemeyi yaptı. Ve tabii bu ödeme emsal oldu, davaların arkası geldi.

19 yıl önce AB uğruna Kıbrıs’ta böylesine büyük bir tavizi verenler, şimdi Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasını göze alıyor. Tabii, dün güya AB’ye gireceğimiz için öyle gerekiyordu; şimdi ise ülkenin yüzü Ortadoğu’ya döndüğü için böyle!..

İkincisi; Türkiye, Erdoğan’ın bir imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Dün ise Danıştay, bu çekilmeyi uygun buldu. Yani artık “Askıda Meclisimiz” var!..

Daha önce dikkat çektik, bir kez daha vurgulayalım: bu gidişata göre, bir imzayla Kıbrıs’taki yegâne güvencemiz İttifak ve Garanti Antlaşmalarından, Montrö’den, hatta Lozan’dan da çıkılır mı, çıkılır!..

Sadece kadınlarımızın değil, ülkemizin “öldürülmesi” tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzun, bilmem, farkında mıyız?!..

Bu endişelerle Kıbrıs Barış Harekâtı’mızın, Montrö ve Lozan Antlaşmalarımızın yıldönümünü kutluyor, şehitlerimizi ve atalarımızı rahmetle, minnetle, saygıyla anıyorum.

Müyesser YILDIZ
20 Temmuz 2022

Kategori:Uncategorized