Yunanistan’la ilişkilerde en sıcak gelişmeyle başlayalım.
2004’ten beri Ege’deki 20 adamız ile 2 kayalığımızın işgâlini devekuşu misali izleyen iktidar medyası, dün Midilli ve Sisam’a zırhlı araç sevk edildiğinin ortaya çıkması üzerine adeta küllerinden doğup; “Aksungur yakaladı”, “Atina’dan yine provokasyon”, “Atina Lozan’ı yine ihlal etti”, “Atina’dan bardağı taşıran hamle” başlıklarını attı.
En çarpıcı başlık ise Yeni Şafak’tan geldi: “Biden ve Miço’ya suçüstü: Silahları suç ortağı ABD gönderdi…”
Nasıl oldu da Biden ve Miço’nun yanına “Bay Kemal”i eklemediler?! Oysa Yunanistan’ın 2004’ten beri tepemize çıkmasının müsebbibi de o değil mi?!
Midilli ve Sisam’a zırhlı sevkiyatına dönersek; bu nasıl tespit edildi? TSK İHA’ları görüntüledi.
Gördük, görüntüledik; ama Yunanistan ve ABD’ye “bayrak gösterme” anlamına gelecek tek bir harekette bulunmayıp medya üzerinden “suçüstü” mesajı vermekle yetindik, öyle mi?
Henüz yetkililerden ses yok. Sadece güvenlik kaynakları; “Yapılan diyalog ve iyi komşuluk çağrılarına karşı NATO’da müttefik olan Yunanistan’ın uluslararası hukuk ve müttefiklik ruhuna aykırı bu saldırgan eylemleri asla kabul edilemez. Yunanistan’ın tüm davetlere karşılık toplantılara dahi katılmaması ve bu tarz provokasyonları yapması tansiyonu kimin artırdığını; kimin uzlaşmaz, saldırgan ve hukuksuz faaliyetler içinde olduğunu açıkça ortaya koyuyor.” değerlendirmesini yapmış.
Ne âlâ!..
Bugünkü Kabine toplantısından sonra Erdoğan’ın, yine “Bir gece ansızın gelebiliriz.” demesini bekleyelim artık.
Konjonktürel Milliyetçilik
Asıl konumuza gelelim.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in, İzmir’in kurtuluşunun 100. yıldönümünde yaptığı konuşmada Vahdettin’i suçlamasından sonra iktidarın amiral gazetesi Sabah, 1821’den bu yana Yunanistan’ın yaptığı katliamları hatırladı.
Bu konuda birkaç gün devam eden yayınlarda; 6 Nisan 1821’de, “Mora’da tek bir Türk bırakılmamalıdır” sloganı ile başlatılan katliamda, sadece 3 gün içinde 40 bine yakın Türk’ün vahşice öldürülmesinin, “toplumsal hafızamızda yerini hâlâ koruduğu” anlatıldı. Keza Balkanlar’daki Yunan katliamlarına değinilip bunlara çoğu kez “Ortodoks papazların” ve Yunan kilisesinin önderlik ettiği, Osmanlı topraklarında toplam 5.5 milyon insanın öldürüldüğü vurgulandı.
Sonunda da; “Ecdaddan nefret ediyorlar, işgâlci Yunan’ı çok seviyorlar”, “Tunç Soyer ve CHP’liler Yunan işgâlini görmezden gelerek Osmanlı padişahına vatan haini yaftası yapıştıracak kadar ileri gitse de tarihsel gerçekler değiştirilemiyor.” ifadeleriyle tüm bunlar CHP’ye ve Tunç Soyer’e bağlandı.
Üç gün önce Erdoğan da bir başka katliamı andı. Erdoğan, 23 Eylül 1821’de gerçekleştirilen Tripoliçe katliamına ilişkin paylaşımında; “Binlerce Müslüman Türk’ün, Arnavut kardeşlerimizin ve Yahudilerin acımasızca, barbarca katledildiği Tripoliçe Katliamı’nı unutmadık, unutmayacağız.” dedi.
Şunu da kaydedelim; Erdoğan’ın bu paylaşımda kullanılan görselin Tripoliçe katliamına değil, bundan 100 yıl önceki bir savaşa ait olduğu ortaya çıkınca o görsel kaldırıldı.
İşte Cumhurbaşkanlığı katında tarih bilgimiz!..
Ders Kitapları Niye Ayıklandı?
Bu ülkede TBMM Başkanlığı yapmış ve halen Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu üyesi olan bir ismin, “Şehirlerin kurtuluş yıl dönümleri kutlanıyor. Kesinlikle karşıyım… İstanbul’un kurtuluşu 6 Ekim, kim demiş? İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki… Çarpışmadık, dövüşmedik, vuruşmadık. Tarihi doğru dürüst niye bilmiyoruz?” dediği yerde konuşulacak bir şey kalmasa da, Sabah’ın Mora isyanını hatırlaması vesilesiyle bizim de aklımıza okullardaki tarih kitaplarının “ayıklanması” projesi geldi.
Malûm; AKP’nin 3 Kasım 2002 seçimini kazanmasının ardından, Erdoğan’ın daha Başbakan değilken, ilk ziyaret ettiği ülke Yunanistan oldu. Karşılıklı gidiş-gelişler arttı, Yüksek Düzeyli İş Konseyleri kuruldu. Onlarca anlaşma imzalandı.
“Sorunları büyütme, sorunlardan beslenme dönemi artık kapanmıştır… Geçmişin olumsuzluklarına takılıp kalırsak, aydınlık bir gelecek inşa edemeyiz. Dünün sorunlarını yarınki nesillere aktarırsak barışa ve dostluğa hizmet etmiş olamayız.” gibi mesajlar verildi.
Bu kapsamda AB ve Avrupa Konseyi’nin teşvikiyle ders kitaplarına da el atıldı. Ne yapıldı?
AKP iktidarında en uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hüseyin Çelik’in geçtiğimiz Haziran’da basılan “Milli Eğitim’de Üç-Beş Nöbeti” adlı kitabından aktaralım.
“10-13 Kasım 2003 tarihinde Atina’da yapılan Avrupa Konseyi Eğitim Bakanları toplantısına başkanlık etmek üzere Yunanistan’a gittim. Bu arada Yunan Eğitim Bakanı Petros Eftimiu ile de heyetlerarası bir görüşme yaptık. Bu toplantıda, ders kitaplarında Yunanlıları rahatsız ve rencide edebilecek ifadeleri ders kitaplarımızdan ayıkladığımızı, aynı yaklaşımı Yunan tarafından da beklediğimizi söyledim ve iddiamızın ispatı olmak üzere götürdüğüm bir ders kitabı setini kendilerine takdim ettim. (sf. 147)”
Evet, Ankara bunu yaptı; ama Atina her cephede Türk düşmanlığını diri tutmaya devam etti.
Buna rağmen 2010’da bir iktidar yazarının yorumu şu oldu:
“‘Megalo İdea’nın (büyük ideal) bittiğinin resmidir bu anlaşmalar.. Ama ‘Megala-Dostluğun’ başlangıcı olmasını umuyoruz.”
Buyurun daha iki gün önce yine o iktidar medyasında yer alan haber:
Gümülcine’nin Seçilmiş Müftülüğü Vaizi Mehmet Emin Ahmet, Lozan’a göre azınlık okulu açma ve işletme hakkına sahip oldukları halde izin alamadıklarını ve müfredattaki birçok değişikliğin iradeleri dışında gerçekleştiğini belirtip bazı derslerin Türkçe müfredattan Yunanca müfredata alındığını ve anaokullarında sadece Yunanca eğitimin dayatıldığını söyledi.
Ez cümle; dün AB istediği için kitapları ayıklayanlar, şimdi medya üzerinden tarih dersi veriyorlar. Buna “konjonktürel milliyetçilik” denmez de ne denir?!
Mora İsyanının Başı Kimdi?
Mademki iktidar medyası Mora isyanı ile elebaşılarının kilise ve papazlar olduğunu hatırladı, biz de şunu soralım:
“Peki o isyanın ana merkezi olan İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi ile o dönemki Patrik Gregorios’un, Padişah 2. Mahmud’un emriyle vatana ihanetten yargılandığını ve Patrik’in Patrikhane’nin ana girişi olan orta kapının önünde idam edildiğini niye hatırlamadınız?”
Ve dahi; “kin kapısı” olarak anılan bu kapının “201 yıldır kapalı olduğunu, Türk büyüklerinden birisi orada asılana veya İstanbul yeniden Rumların eline geçene kadar açılmamasına” yemin edildiğini, ayrıca Osmanlı Padişahı’nın idam ettirdiği bu ismin her yıl Fener Rum Patrikhanesi’nde düzenlenen törende “şehit” olarak anıldığını bilmiyor musunuz?
Oysaki;
AKP iktidarında Adalet Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve TBMM Başkanlığı yapan Mehmet Ali Şahin, 1994’te Refah Partisi’nden Fatih Belediye Başkanlığına olduğunda, “Benim bölgemde kin kapısı olmaz, dostluk kapısı olur. Başkan olduğumda orta kapıdan gireceğim.” sözü verdi.
Sonradan mazbatası iptal edildi; ama seçildiği zaman Patrikhane’yi ziyaret edip etmeyeceği sorulduğunda ise, “Ben artık bütün Fatih halkının Belediye Başkanıyım. Bize oy versin vermesin, herkese ve her kesime hizmet ve hürmetle görevliyim. Patrikhane de Rum Ortodoks vatandaşlarımız da bizim Belediye hizmetlerimizin muhatabıdır. Benim de onlardan ricam, kapalı tuttukları ‘kin kapısını’ artık açmaları ve barış kapısı olarak hizmete sunmalarıdır.” dedi.
Bu kibar dönüşe rağmen ne mi oldu? Dönemin Yunanistan hükümeti, Türkiye’ye nota verip Şahin’i “anarşist” ilân etti.
Diyeceğimiz; hele siz önce şu kapıyı açtırın da sonra “bir gece ansızın” Yunanistan’a haddini bildirin, olur mu?!
Müyesser YILDIZ
26 Eylül 2022