Erdoğan’ın Madrid seferi “zafer” mi, “hezimet” mi; yazmaya devam edelim.
Salı günü Madrid’e hareketinden önce bir basın toplantısı düzenleyen Erdoğan, yine Yunanistan Başbakanı Miçotakis’i defterden niye sildiğini anlatınca, “Zirve marjında Yunanistan tarafından bir görüşme talebi gelmesi hâlinde yanıtınız ne olacak? Ankara-Atina hattındaki gerilimi zirve gündemine taşımayı düşünüyor musunuz?” sorusu yöneltildi. Şu karşılığı verdi:
“İkili bir görüşmeyi benim Miçotakis ile yapmam mümkün değil, bunu açıkladım. Sizler demek ki bizi iyi takip etmiyorsunuz. Bizim Yunanistan ile bu yıl olması gereken neyimiz vardı? Bir defa yüksek düzeyli stratejik konsey toplantımız vardı. Ne dedim? Biz bunu kaldırdık. Artık Yunanistan ile yüksek düzeyli stratejik konsey diye bir toplantı yapılması mümkün değil, bitti o iş. Şimdi bunu bitirmiş bir lider kalkıp da Miçotakis’in oradaki talebine evet diyebilir mi? Hayır, bitti o iş, o kapıyı kapattık. Bundan sonra kendilerine çekidüzen verecekler. Çekidüzen vermeleri hâlinde hangi düzeyde bu tür görüşmeler yapılır, yapılmaz onu ondan sonra planlar, yol haritamızı çizeriz.”
Erdoğan’ın Miçotakis’e niye kızdığını kısaca hatırlatalım. Washington ziyaretinde Başkan Biden ve Senato’da ağırlanan Miçotakis, baştan sona Türkiye’yi şikâyet etti. Örneğin, “meskûn adalar” üzerindeki uçuşlara müsamaha göstermeyeceklerini söyledi… Dedeağaç’a yatırımların süreceğini vurguladı… “Kıbrıs’ta iki ayrı devlete dayalı çözümü kimse kabul etmeyecek.” deyip müzakere sürecinde Biden’ın tüm ağırlığını koymasını istedi. Ve Biden da Kıbrıs’la ilgili bu sözleri alkışladı.
Miçotakis’in, Türkiye’yi şikayet edeceği ABD ziyaretinden önce belliydi. Nitekim bir Cuma namazı çıkışında bu durum sorulduğunda Erdoğan, “Şu anda dereyi görmeden paçayı sıvamanın bir anlamı yok. Yani Biden ne gibi açıklamalar yapar veya yapacak bunu bilemiyorum. Tabii Miçotakis’in oradaki mesajları, onlar da ayrı bir konu. Dolayısıyla her şeyi bir görüp, özellikle Biden’ın açıklamalarını da gördükten sonra biz de tavrımızı ortaya koyarız.” dedi.
Miçotakis’in ziyaretinde de “dere görüldü” ve Erdoğan onu defterden silip her fırsatta tepkisini ortaya koydu; ama Biden’a tek kelam etmedi.
Peki Erdoğan’ın Madrid’de Biden’la görüşmesinde ne oldu? Beyaz Saray, “iki liderin de Ege Denizi ve Suriye’deki istikrarı korumanın” öneminden söz ettiğini açıkladı. Bunun, “Ege’de Yunanistan rahatsız edilmeyecek… Suriye’de operasyon yapılmayacak” anlamına geldiğini dün belirttik.
Erdoğan, NATO Zirvesi’nden sonra düzenlediği basın toplantısında Miçotakis’le ilgili şikâyetlerini tekrarlarken, bu defa kapıyı kapatmadığı gibi, “Yunanistan germedikten sonra biz germeye meraklı değiliz, ama 147 kez hava sahamızı ihlal eden Yunanistan bunun hesabını vermek durumundadır.” diyerek söylemini yumuşattı.
Dahası NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna limanlarında bekleyen buğdayın güvenli bir şekilde çıkarılabilmesi için Türkiye ve Yunanistan’ın çalışma yürüttüklerini duyurdu.
Akar’ın İstediği “Küçük Adım” Atıldı
Erdoğan Madrid’de Miçotakis’le görüşmese de bu gelişmeler yaşandı. Ancak özellikle Kıbrıs bağlamında çok önemli başka şeyler de oldu.
Evvela Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 14 Haziran’da İstanbul’da düzenlenen NATO Parlamenterler Asamblesi Siyasi Komisyonu ile Akdeniz ve Orta Doğu Özel Grubu Ortak Toplantısı’nda yaptığı konuşmayı hatırlatalım. Genel Sekreter Stoltenberg ve NATO’yu övüp sözü NATO’nun “Yeni Stratejik Konsepti”ne getiren Akar, şunları söyledi:
“Yeni Stratejik Konsept, NATO-AB ilişkilerinin ancak Mutabık Kalınan Çerçeve temelinde daha da derinleştirilebileceğini bir kez daha teyit etmelidir. NATO ile AB arasındaki stratejik ortaklığın gerçeğe dönüşmesi için, AB üyesi olmayan tüm müttefiklerin AB’ye tam katılımı sağlanmalıdır. Örneğin Türkiye’nin PESCO Askeri Seferberlik Projesi’ne katılması bu yolda atılan ilk küçük adım olabilir.”
İşte Akar’ın bu sözleri üzerine biz de “NATO-AB stratejik ortaklığının” ne anlama geldiğini anlatıp, “PESCO havucunun” Rum kesiminin NATO üyeliğinin altyapısı olduğu uyarısında bulunduk.
İlginçtir, Türkiye-İsveç-Finlandiya arasında terör örgütleriyle ilgili olarak imzalanan 10 maddelik momerandumun 8’inci maddesinin sonunda, anlaşmanın amacıyla neredeyse hiç ilgisi bulunmayan ve nedense hiç dikkat çekmeyip konuşulmayan şöyle bir paragraf yer aldı:
“Finlandiya ve İsveç, Türkiye’nin askeri mobilite konusundaki PESCO projesine katılımı dahil olmak üzere, Türkiye ve diğer AB üyesi olmayan Müttefiklerin Avrupa Birliği’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nın mevcut ve müstakbel girişimlerine mümkün olan en geniş şekilde dahil edilmesine destek vereceklerdir.”
Ve Erdoğan da dünkü basın toplantısında bu paragrafa atıfla; “Finlandiya ve İsveç, daimi yapılandırılmış işbirliği süreci PESKO dahil, Avrupa Birliği güvenlik mekanizmalarına ülkemizin en geniş şekilde katılımını destekleyeceğini beyan etmiştir. Böylece Türkiye’nin ilk günden itibaren dile getirdiği hassasiyetlerin tamamı, üçlü muhtıraya girmiştir. Türkiye ve NATO ile birlikte bu muhtıranın kazananı aynı zamanda İsveç ve Finlandiya haklarıdır.” dedi.
Savunma Bakanı Akar’ın Madrid Zirvesi’nden 15 gün önce söz ettiği NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’nin ilgili bölümü hakkında da bilgi verelim. 43’üncü maddesinde şu ifadeler var:
“Avrupa Birliği, NATO için eşsiz ve gerekli bir ortaktır. NATO Müttefikleri ve AB üyeleri aynı değerleri paylaşmaktadır. NATO ve AB, uluslararası barış ve güvenliğin desteklenmesinde tamamlayıcı, uyumlu ve karşılıklı olarak güçlendirici roller oynamaktadır. Uzun süredir devam eden işbirliğimize dayanarak NATO-AB stratejik ortaklığını geliştirecek, siyasi istişareleri güçlendirecek ve askeri hareketlilik, dayanıklılık, iklim değişikliğinin güvenlik üzerindeki etkisi, gelişmekte olan ve yıkıcı teknolojiler, insan güvenliği; Kadınlar, Barış ve Güvenlik Gündemi’nin yanı sıra siber ve hibrit tehditlere karşı koyma ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Avrupa-Atlantik güvenliğine getirdiği sistemik zorlukları ele alma gibi ortak çıkar konularında işbirliğini artıracağız. NATO ve AB arasındaki stratejik ortaklığın geliştirilmesi için, AB üyesi olmayan Müttefiklerin AB savunma çabalarına tam katılımı gereklidir. NATO, transatlantik ve küresel güvenliğe olumlu katkıda bulunan ve NATO’yu tamamlayan ve NATO ile birlikte çalışabilir olan daha güçlü ve daha kabiliyetli bir Avrupa savunmasının değerini bilmektedir.”
Malûm, Türkiye AB üyesi değil; ama AB savunma çabalarına destek vereceğiz. Bunun anlamı; karar mekanizmasında Rum kesiminin olacağı, ama Türkiye’nin olmayacağı NATO-AB’nin tarihi “Avrupa ordusu” planının hayata geçirilmesinden, beraberinde de Rum kesiminin NATO üyeliğinin yollarının döşenmesinden başka bir şey değildir.
Özetle; anladık ki Madrid Zirvesi’nde Savunma Bakanı Akar’ın istediği “küçük adım” sessiz sedasız atılmış!..
Ancak ne bunu konuşup sorgulayan ne de bununla övünen var.
Rum Lider Erdoğan’a Neler Anlattı
Israrla konuşulmayan ve Erdoğan’a sorulmayan, yine Rum kesimiyle ilgili bir başka konuya geçelim.
İlk olarak Erdoğan’ın Madrid’e gidişinden bir gün önce, TBMM Dışişleri Komisyonu ve NATO Parlamenter Asamblesi Üyesi CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer dillendirdi; İspanya Başbakanı tarafından NATO ve AB üyesi ülkelerin temsilcilerine verilecek gayrı resmi nitelikteki akşam yemeğine, Türkiye’nin onayıyla Rum kesimi lideri Nikos Anastasiadis’in de katılacağını açıklayıp özetle şunları söyledi:
“Türkiye’nin bugüne kadar Rumlar konusundaki tavrı belli. Rumlar resmi olarak hiçbir NATO toplantısına, yemeğine katılamazlar. Gayri resmi yapılacak olanlarda Türkiye’nin her seferinde olmak üzere rızası istenir. Rum kesimi liderinin NATO’ya gelmesine, akşam yemeğine katılmasına Saray yönetimi, Erdoğan yönetimi, Dışişleri Bakanlığı nasıl ‘evet’ demiştir? İspanya’nın ‘ricası’ deniliyor. Bizim de 1974’ten beri ricamız var. KKTC’nin tanınması ricası, uluslararası platformlarda meşru olarak kabul edilmesi ricası. İspanya’nın Rumların elçisi olarak ‘ricasını’ kabul eden Dışişleri Bakanlığı’na, saray yönetimine soruyorum. Siz de bir AB liderler zirvesine KKTC Cumhurbaşkanı’nın katılması ricasında bulunacak mısınız? Geçmişte neden bulunmadınız?.. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Bir taraftan Yunan, Rum ikilisine her şeyi söyleyeceksiniz, bir taraftan ‘buyur yemeğe gel’ diye Anastasiadis’i yemeğe davet edeceksiniz ya da edenlerin ricasını kırmayacaksınız… Buna ‘hayır’ deme imkânınız varken, nasıl siz liderler seviyesinde Anastasiadis ile birlikte aynı masaya oturursunuz?.. Rum kesimi liderinin Madrid’deki yemeğe davet edilmesine Ankara’nın onay vermesi çok büyük aymazlıktır. Berlin Plus ilkelerine göre zaten resmi olarak hiçbir şekilde katılamazlar. Bir taraftan Yunanistan sıkıştırıyor, bir taraftan Rum kesimi. AB zirve metnine Türkiye aleyhinde her türlü ‘yaptırım uygulanacak’ gibi maddeleri koydurmalarının üstüne ‘yarabbi şükür’ der gibi ‘buyurun yemeğe’ diyorsunuz… Bu nedir, nasıl izah edeceksiniz bunu? Kim dayatma yapıyor size? Hangi dayatma karşısında bunu yapıyorsunuz? Bir taraftan vatandaşlarımıza ‘İşveç’i engelliyoruz, Finlandiya’yı engelliyoruz’ diyeceksiniz öbür tarafta Rum kesimine ‘buyur NATO yemeğine gel’ diyorsunuz… Bu büyük bir tavizdir, bunun gerisini isterler. Bugün gayri resmi bir toplantıya oturan, yarın resmi sandalyede yer ister. Bu kabul edilemez.”
Çakırözer’in bu uyarılarına rağmen, Madrid’e hareketinden önce düzenlediği basın toplantısında Erdoğan’a, “Bu doğru mu?” diye soran olmadı.
Nikos Anastasiadis’li o yemek gerçekleşti… Erdoğan da katıldı… Katıldığı gibi, Anastasiadis’le görüştü… İlginçtir, sonrasında yine Erdoğan’a bir şey soran çıkmadı!..
Peki Anastasiadis o yemekte kimlere neler anlattı, özellikle de Erdoğan’a neler söyledi? Rum Cumhurbaşkanlığı’nın verdiği bilgiye göre; Erdoğan’la başta Kıbrıs sorunu olmak üzere görüş alışverişinde bulunmuş… Kıbrıs sorununa BM himayesinde bir çözüm bulunması için müzakereleri yeniden başlatmaya hazır olduğunu belirtmiş, çözümün Kıbrıs ve tüm Kıbrıslılar için olduğu kadar Doğu Akdeniz’de istikrar ve güvenlik, Yunan-Türk ilişkileri ve AB-Türkiye ilişkileri için de faydalı olacağını söylemiş.
“Çalışma yemeği” sırasında AB ve NATO Üye Ülkelerinden 36 Devlet ve Hükümet Başkanı, Avrupa Konseyi Başkanı, Avrupa Komisyonu Başkanı ve NATO Genel Sekreteri huzurunda yaptığı konuşmada ise AB-NATO arasındaki işbirliğini güçlendirme ihtiyacına değinip, bu işbirliğinin, “iki örgütün karar alma süreçlerinde özerkliğine, bir yandan da uluslararası hukuka saygıya dayalı olması gerektiğini” vurgulamış, öncelik verilmesi gereken şu dört noktaya dikkat çekmiş:
“AB’nin otonom savunma yeteneklerinin güçlendirilmesi; böylece her zaman AB’nin ortak çıkarlar ve değerler paylaştığı NATO veya diğer ülkeler gibi müttefiklerle uyum ve işbirliği içinde Avrupa’daki ve aynı zamanda uluslararası düzeydeki kriz durumlarıyla başa çıkmaya yardımcı olabilir… Uluslararası hukuk ihlallerine veya revizyonist politikalara sıfır tolerans… İki örgütün uyumunu tehdit eden mevcut sorunların karşılıklı saygı ve dayanışma temelinde çözümü… Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımların daha etkin hale getirilmesi için tüm ülkeler tarafından uygulanması.”
Ayrıca “açık yara” olarak nitelendirdiği “Kıbrıs sorunu” devam ettiği sürece, bunun Doğu Akdeniz’de ve genel olarak Avrupa’da barış, güvenlik ve istikrar için tehdit oluşturmaya devam edeceğini öne sürüp, “kapsamlı bir çözüme ulaşmayı hedefleyen müzakerelerin kesintiye uğradığı noktadan devam etmesine imkân verecek koşulların yaratılması çabasına olan bağlılığının” altını çizmiş.
Evet, Miçotakis’le görüşülmedi; ama “Kıbrıs milli davamız” sözünü ağzından düşürmeyenler Madrid’de, ne yazık ki, böyle bir “milli sınav” verdi!..
Müyesser YILDIZ
1 Temmuz 2022