İçeriğe geç

“Vatansever” Vatandaş Kim?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu adeta gündem sihirbazı oldu!.. Önce türban teklifi, ardından ABD, şimdi de İngiltere gezileriyle -yakıcı sorunların üstünü örtmeye çalışan- AKP’ye malzeme üstüne malzeme verdi.

Son üç günün tartışma konusu ise uyuşturucu illetiyle ilgili açıklamaları.

Hakikaten çocuklara kadar inmiş; gençliği, aileleri ve toplumu doğrudan tehdit eden çok büyük bir sorun.

Uğruna Anayasa değişikliğinin teklif edildiği; olmayan türban ve iktidarın LGBT’liler korkusundan çok çok önemli olduğu da kesin.

Kılıçdaroğlu’nun konuya ilişkin sözleri özetle şunlardı:

Her şey bu iktidarın ekonomi bitirmesi ile başladı. O kadar müsrifçe harcadılar ki, iktidarda kalmak için çok kirli oyuna girdiler. Her türlü kara paranın ülkeye girmesine göz yumdular. ‘Nereden getirirsen getir kaynağı sormayacağım’ dediler. Milyar dolarları yani uyuşturucu paralarını cari açık için kullandılar.”

Burada kimi suçladığı ortada: doğrudan iktidarı hedef aldı.

Ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya özel bir bölüm açıp, “Gelelim okul önünde yakaladığınız uyuşturucu satıcısının bacağını kırın diyen nam-ı diyar Fotoroman Süleyman’a. O da fotoromancı ya, Saray da çok iyi biliyor ki, bu uyuşturucuları kendileri davet ettiler bu ülkeye, ‘paralarınızı getirin, her şeye göz yumacağız’ dediler ve göz yumdular. Bunlar, onunla bununla poz veren, gençlerin diliyle söyleyeyim, ‘Breaking Bad Süleyman’ ülkenin çocuklarının zehirlenmesine göz yummuştur, yazıklar olsun onlara.” dedi.

Sonrasını biliyorsunuz; Soylu, kendisine bağlı Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nü ayağa kaldırdı. Devletin her iki kurumu, sert ifadelerle tepki göstermekle kalmayıp Kılıçdaroğlu hakkında suç duyurusunda bulundu.

Devlet’in yegâne temsilcisi veya sahibi o kurumlarmış gibi!..

AKP ve medyası da Kılıçdaroğlu’nun bu iddialarını, “Doğrudan devleti hedef alıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni narko devlet ilân ettirmek istiyor”a evirince; hem nur topu gibi bir gündemimiz oldu hem de siyaset üstü yaklaşılması gereken bu önemli sorun, ne yazık ki, iktidar ile muhalefet arasında yeni bir itiş-kakışın vesilesi yapıldı.

Ben yine de iğneyi Kılıçdaroğlu’na batıracağım: niyeti ne olursa olsun meramını daha düzgün ifadelerle anlatmalı; yüzyılın algı mühendislerinin, sözlerini nerelere çekip halka nasıl yansıtacağını hesaplamalıydı!..

Hesapsızlığın ilk sonucunu gördük; Gitti-gidiyor” denilen İçişleri Bakanı Soylu, bir kez daha Jandarma ve polisi arkasına alıp gücünü tahkim etti!..

Soylu da Devleti Zor Duruma Düşürmedi mi?

Bu tartışmalar arasında vahim bir şey daha oldu; İçişleri Bakanı Soylu, Kılıçdaroğlu’nun uluslararası istihbarat oyununa düştüğünü savunurken, aylar önce dillendirdiği bir iddiasını daha da ileri götürüp şöyle konuştu:

Partilisini büyükelçilere gönderdi, altılı masanın ortaya koyduğu deklerasyonu redakte ettirdi. Yarın öbür gün bunun ses kaydı çıkarsa, bir vatansever bu ses kaydını mahkemeye gönderirse ne olur? Bu sorunun cevabını verin.”

O vakitler de konuşulmuştu. İki ihtimal var:

Ya kimi CHP’lilerin veya CHP Genel Merkezi’nin telefonu dinleniyor ya da kastedilen büyükelçilik hangisi ise orası dinleniyor.

Telefon dinlemesi artık vaka-ı adiyeden. Hatırlayın; 2018’de Klıçdaroğlu ve Muharrem İnce telefonlarının dinlendiğini öne sürünce Erdoğan, “En çok benim telefonlarım dinleniyor.” demişti.

Ama ya Büyükelçilik dinlemesi?

Yaşanan bu olmalı ki, İktidarı destekleyen Yeni Şafak Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Likoğlu dün alenen “Viyana Sözleşmesi’ni bir kere delmekle bir şey olmaz” başlıklı yazısında, önce “FETÖ”nün Kılıçdaroğlu’na yakın isimler üzerinden yasa dışı dinlemeler yaptığını, sonrasında Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olduğunu ve “FETÖ”nün yasa dışı dinleme materyallerini ABD’ye kaçırdığını anlattı.

Ardından Soylu’nun açıklamalarından hareketle; “Bir büyükelçinin, içinde yer aldığı bir ses kaydının yayınlanması Viyana Sözleşmesi nedeniyle sıkıntıya yol açabilir. İlgili ülke ‘Siz bizim büyükelçimizi mi dinletiyorsunuz’ diyerek çıngar çıkartabilir. Fakat mesele, ülke meselesi… Viyana Sözleşmesi’ni bir kere delmekten zarar gelmez.” değerlendirmesini yapıp şu çağrıda bulundu:

Ey vatansever! Bir an önce söz konusu ses kaydını ilgili mahkemeye ulaştır. Nereye başvuracağını bilmiyorsan 17 Kasım’da Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde duruşmam var, o mahkemeye iletebilirsin.” dedi.

Büyükelçilik dinlemesi” deyince herkesin aklına ilk ne geldi?

Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda kıtır kıtır kesilmesinin ses kayıtları!..

Dinlemeyi yapan kimdi? Bizzat kendileri açıklayıp ABD’lilere dinletti; MİT’ti.

Keşke o zaman Viyana Sözleşmesi delinse; Suudi Arabistan Konsolosluğu’na bir operasyon yapılıp Cemal Kaşıkçı kurtarılsa, yetişemedilerse de Konsolosluk ablukaya alınıp katillerin ellerini kollarını sallayarak kaçması engellenseydi!..

Peki CHP vak’asında şayet bir büyükelçilik dinlenmişse, acaba bu dinlemeyi kim yapmış/yapmıştır?

Soylu, bir yandan CHP’ye vururken öte yandan -Suudi Arabistan örneğinin hatırlanacağını bilerek- aslında iktidar içi savaşlarda karşı karşıya oldukları söylenen MİT’i de hedef göstermiş olmadı mı?

Bu, dünya nezdinde Şebnem Korur Fincancı’nın, “TSK’nın kimyasal kullandığı” iftirası veya Kılıçdaroğlu’nun, Devleti “Narko devlet” göstermeye çalıştığı iddiaları kadar vahim bir durum değil mi?

Ha, ülkeler birbirini dinlemiyor mu? Elbette dinliyor, ama her doğru her yerde söylenir mi?

Hatırlayın; 2014’te ABD’nin, ülkemizi dinlediği ortaya çıktığında Erdoğan, “Dünyada istihbaratı güçlü olan ülkelerin farklı ülkeleri dinlememe diye bir şeyi yoktur, bunu da hepimizin bilmesi lâzım. Bunu hepsi yapıyor. Dolayısıyla bu konuda neyi nasıl yaptı veya neyi nasıl deşifre ettikleri çok çok önemli.” dese de nihayetinde ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Maslaslahatgüzarı, Dışişleri Bakanlığı’na çağırılıp kendisinden tatminkâr bir açıklama sunmaları istenmemiş miydi?

Şimdi, sözkonusu ülke hangisiyse; Büyükelçi’mizi veya maslahatgüzarımızı çağırsa, Bakan Soylu’nun sözleri ortadayken, izahı ne olabilir?!

FETÖ”nün de Vatansever Subayları Vardı

Soylu’nun, “Yarın öbür gün bunun ses kaydı çıkarsa, bir vatansever bu ses kaydını mahkemeye gönderirse ne olur? Bu sorunun cevabını verin.” sözlerine de cevap verelim.

Birincisi; ulusal veya uluslararası ölçekte, ama yasadışı bir dinleme mahkemelerde delil mi sayılacak yani?

İkincisi; şu vatansever” kişi kim olabilir? Özel dinleme örgütleri kurulmadıysa, elbette ve ancak bir kamu görevlisi olabilir, değil mi?

Üçüncüsü; madem haberiniz var ve yasadışı dinlemeyi kabul ediyorsunuz, yani “Hukuk arkadan gelsin” diyorsunuz; Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Likoğlu’nun ifadesiyle de bunu Viyana Sözleşmesi’ni delmeyi göze alacak kadar “ülke meselesi” olarak görüyorsanız, buyurun o “vatansever”in veya mahkemenin harekete geçmesini beklemeden siz açıklayın.

Bu tablodan hareketle son bir hatırlatma:

Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk, 28 Şubat başta olmak üzere bilumum kumpaslarda da hep “vatansever kişi veya subaylar” vardı, değil mi? Onların yazdıkları mektuplar, internet sitelerinde yayınladıkları yasa dışı dinleme kayıtları ve gönderdikleri kargolarla nice insanlar tutuklanıp hapse atılmadı mı?

Hiç unutmuyorum; eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Silivri’de, “Bu ihbar mektubunu yollayan vatansever subay nerede? Ben ve silah arkadaşlarım bu vatansever subay yüzünden burada yatıyor. Bu vatansever subay niçin ortaya çıkmıyor? Neden burada değil? Neden araştırılmıyor?” diye haykırmış, şimdi “FETÖ üyeliğinden” hapiste olan dönemin Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, “Kimse mahkemeden hesap soramaz.” karşılığını vermişti.

Ez cümle; “FETÖ” firarda veya hapiste ama, anlaşılan o ki, yöntemleri yürürlükte!..

Müyesser YILDIZ
3 Kasım 2022

Kategori:Uncategorized